DEM Partili Saki: Saldırı LGBTİ+’lara yönelmişken geri çekilmek iktidarın işine yarar

LGBTİ+ ifadesinin Dem Parti tüzüğünden kaldırılmasını değerlendiren Saki, “Zaman zaman egemenler saldırır ve birtakım revizeler yapılır. Ama saldırı hem kadın haklarına hem LGBTİ+’lara yönelmişken siyasal düzenleme yapıp geri çekilmek iktidarın işine yarar. Ancak biz mücadelen geri çekilmiyoruz, bu tartışmaları Meclis kürsüsünde daha da güçlü şekilde ifade edeceğiz” dedi.

Kaos GL’den Oğulcan Özgenç, Dem Parti İstanbul Milletvekili Özgül Saki ile iktidarın aile eksenli politikalarını, kadın haklarına ve LGBTİ+’lara yönelik tutumunu ve Türkiye’de muhalefetin LGBTİ+ meselesine bakışını konuştu.

Saki, “AKP-MHP iktidarı LGBTİ+ hareketine her anlamda saldırıyorken ve LGBTİ+’ları ‘Bütün değerlerimizi tehdit ediyorlar’ diyerek hedef gösterirken, bunu görmezden gelen ve tehlikeli alan olarak kodlayan muhalefetin bu tavrını terk etmesini sağlamalıyız” dedi.

DEM Partili Saki, sorulara şöyle cevaplar verdi:

Özellikle seçimlerden başlayarak bugüne uzanan onlarca söylemde AKP’nin “kutsal aile” kavramına başvurduğunu gördük. Devam eden Anayasa tartışmalarında da Anayasaya ailenin korunması gibi maddelerin ekleneceği konuşuluyor. Bu eksende LGBTİ+’lar hedef gösteriliyor. AKP’nin bu stratejisini nasıl yorumluyorsunuz? Neden bunu yapıyorlar?

Erkek egemenliğinin güçlenmesi hem kadın emeğine el koyma hem de itaatkâr bir toplum yaratma açısından kapitalizmin işine geliyor. Patriarkanın kendini var ettiği yer, aile. İşin kötü tarafı; ailenin kutsanması meselesi sadece AKP ile ilgili bir durum değil. Sistem dışı olmayan tüm hareketler açısından, siyasi muhalefet ve hatta sosyalist hareketin bir kısmı açısından da aile, gerçekten dokunulmaz bir kaleymiş gibi duruyor. AKP iktidarında ailenin, muhafazakarlaşmayla ve dini referanslarla iç içe geçtiğini görüyoruz. Özellikle seçim öncesi ve sonrası dönemde kadınların kazanımlarına yönelik bir saldırı başladı. Bu bağlamda; AKP’nin makbul bir kadın tarifi var. O makbul kadın, aile içinde herhangi bir erkeğin eşi, kardeşi; yani bağımlı kişilik olarak tanımlanıyor.

Ancak iktidarın LGBTİ+’lara bakışının kadınlara bakışından bir farkı var. İktidar, kadınlara bakışından farklı olarak LGBTİ+’ların varlığını tehdit görüyor. Yani sadece politikalarına değil varoluşlarına yönelen bir saldırı var. Buradan bir meşruiyet kazanmaya çalışıyorlar. Ne yazık ki bu, seçim döneminde işe yaradı. AKP’nin bu politikalarına sadece feministler ve LGBTİ+’lar muhalefet ettiler. AKP karşıtlığı çok fazla olabilir ama AKP kendisini kadın hareketine ve LGBTİ+’lara yönelik saldırılarıyla tariflemişken, bu konuda ciddi bir muhalefetle karşılaşmadı. Bunun işe yaradığını gördü ve seçim sonrasında aile çalıştaylarıyla, Anayasa maddesi değişiklikleriyle bunu perçinlemeye çalışıyor. AKP’nin bu saldırısı topyekûn bir saldırı ve topyekûn bir toplumsal yaşam tasavvur ediyor. Bu yüzden birleşik ve birlikte bir mücadeleyi gerektiriyor. Yerel seçimler yaklaşırken bu saldırıların devamını bekliyoruz. Nitekim; Aile Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı ortak bir çalıştay yapıyor. Bu çalıştayda 41’inci ve 24’üncü maddeyi gündeme getiriyorlar. “Toplu bir anayasa değişikliği yapmadan önce bu maddeleri öne alacağız” gibi birtakım söylemleri var.

“Büyük bir çoğunluk iktidarın söylemlerine eklemlendi”

Sistem dışı olmayan tüm hareketler, siyasi muhalefet ve hatta sosyalist hareketin bir kısmı açısından ailenin dokunulmaz bir kale gibi görüldüğünü söylediniz. Yani, büyük bir çoğunluk zaman zaman iktidarın söylemlerine eklemlendi.

Kesinlikle, büyük bir çoğunluk iktidarın söylemlerine eklemlendi. Muhalefet; kadın hareketine, kadınların politik gücüne sahip çıkıyor ama iş feminist hareketin aileye karşı sözlerine gelince bir sessizlik oluyor. Sadece mağdur kadın meselesi olduğu zaman kadın hareketi müthiş bir destek alıyor. Ancak politik ve kurucu bir özne olarak “aile dışında hayat var” dediğinde, yani sistem dışı bir politika yaptığında büyük bir sessizlikle karşılanıyor.

LGBTİ+’ların büyük bir kısmı aile kavramını doğrudan reddetmiyor, “seçilmiş aile” kavramını kullanıyor. Ancak LGBTİ+’ların bunlar doğrultusunda eşit ve özgür bir yaşam talep etmeleri hiçbir karşılık bulmuyor. Çünkü muhafazakarlaşma, sadece dini muhafazakarlaşma değil. Statünün korunması ve topyekûn toplumsal değişim meselesi, muhalefeti de korkutuyor. Muhalefet derken sosyalist hareketin bir kısmını da dahil ediyorum. AKP karşıtlığı konusunda muhalefetin ortaklaşmasında bir sorun yok gibi görünüyor. Ancak bunun sadece siyasal düzeyde olması isteniyor. Bir bütün halinde toplumsal yaşamdan ve gündelik yaşama yönelik ağır saldırıdan çıkan öfkenin politikleşmesi konusunda sosyalist hareketin de muhalefetin de frene basma durumu var.

Mesela; İstanbul Sözleşmesi tartışmasında bile muhalefet “Sözleşmede LGBTİ+’larla ilgili bir şey yok”, “Sözleşmede aileyi tehdit eden bir şey yok” diyerek kendisini meşrulaştırmaya çalıştı. Ama feminist hareket de LGBTİ+ hareketi de gündelik hayatın politikasını yapmaya devam ediyor. Çünkü AKP-MHP iktidarının saldırıları, kadınların ve LGBTİ+’ların hayatının içinde patlıyor.

“Muhalefetin LGBTİ+ meselesini tehlikeli alan olarak kodlayan tavrını terk etmesini sağlamalıyız”

Kutsal aile söyleminin ve bu söylem ekseninde uygulanması planlanan toplumsal cinsiyet karşıtı, LGBTİ+ karşıtı politikaların uzun vadede Türkiye açısından sonuçları neler olabilir?

Siyasi bir kehanette bulunmak istemem ancak AKP’nin ekonomik kriz ve batağa saplanmış savaş politikaları nedeniyle ciddi bir meşruiyet krizi var. Tek başlarına iktidar olsalar da Anayasayı kolaylıkla değiştirebilecek gücü devşiremediler. Meşruiyet krizini aşmak için kadın haklarına ve LGBTİ+’ların varlığına saldırmaya devam edecekler. Bütün siyasal düzey 2028’i hedeflemişken herkes kendini konsolide etmek için politik çizgilerini güçlendirecek adımlar atacak. Nitekim; AKP-MHP iktidarının Milli Eğitim müfredatında yaptığı değişiklikler bu açıdan çok önemli. Tüm müfredat; dini referanslarla yeniden inşa ediliyor ve “değerlerimiz” dedikleri meselenin içi tamamen makbul kadın tarifiyle ve LGBTİ+’ların sapkın olarak işaretlenmesiyle dolduruluyor. Ne yazık ki; bu saldırıların kalıcılaşma riski var. İşimiz zor olsa da bu saldırıların sadece feministlerin ve LGBTİ+’ların meselesi olmadığını anlatmamız gerekiyor.

Özellikle LGBTİ+ mücadelesinin sistem dışı bir yerden güçlenmesi gerekiyor. İktidarın aile eksenli politikalarının daha net ve korkusuzca teşhir edilmesi gerekiyor. Neyse ki; kadın ve LGBTİ+ hareketlerinin bu topraklarda politik ve teorik tartışmalara dayanan bir güç birliği var. Bu güç birliğini arttırmak gerekiyor. Ayrıca; AKP-MHP iktidarı LGBTİ+ hareketine her anlamda saldırıyorken ve LGBTİ+’ları “Bütün değerlerimizi tehdit ediyorlar” diyerek hedef gösterirken, bunu görmezden gelen ve tehlikeli alan olarak kodlayan muhalefetin bu tavrını terk etmesini sağlamalıyız.

Hele de Macaristan, Rusya, Türkiye gibi devletlerin LGBTİ+ karşıtlığı noktasında birbirinden bir şeyler öğrendiği bu dönemde…

Kesinlikle, enternasyonal bir dayanışma da dahil olmak üzere birbirimizle temaslarımızı güçlendirmemiz gerekiyor.

“LGBTİ+ hareketini siyasal olarak tanımlamak gerekir”

Dem Parti’nin LGBTİ+ meselesine bakışından da söz edelim isterim. Bu bağlamda; Yeşil Sol Parti’nin adının değiştiği kongrede parti tüzüğünden LGBTİ+ ifadesinin çıkarılıp yerine “cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim farklılıkların eşitliği” ifadesinin gelmesi önemli bir değişiklik oldu. Bu değişiklik, Kürt siyasi hareketi açısından bir geriye gidiş olarak görülüyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Keşke etraflıca tartışabilseydik ve tüzük değişikliği bu şekilde olmasaydı. Bu noktada; AKP’nin HÜDA-PAR ile ittifakının ve bölgede devam eden savaş politikalarının etkili olduğu kanaatindeyim. Tamamen kişisel görüşüm; Dem Parti’nin bölgede, devletin kendisini “aile” ve “LGBTİ+” gibi noktalardan sıkıştıracağını düşünerek bu düzenlemeyi yaptığını düşünüyorum. Daha önceki sorularda da belirttiğim gibi; aile meselesi hassas nokta. Meşruiyet krizinin aile meselesinden yaşanacağını düşünüyorlar. Ben, aile meselesi üzerinden meşruiyet kazanılacağını düşünenlerden değilim. Bu değişikliğin ters tepeceğine ve gerekli olmadığına inanlardanım.

Öyle ki; parti programında LGBTİ+ meselesi, sadece ezme-ezilme üzerinden tanımlanmıyor. Aynı zamanda kurucu siyasal özne olarak tanımlanıyor. LGBTİ+ demek, siyasal olarak bir zeminle ittifak kuruyorum demek. Ancak cinsel kimlik ve cinsel yönelim denildiğinde bu bireysel bir yere sıkıştırılıyor. Oysa; LGBTİ+ hareketi patriarkaya karşı politik ve siyasal bir özne olarak mücadele ittifakımızdır. Bu anlamda LGBTİ+ hareketini siyasal olarak tanımlamak gerekir.

Zaman zaman egemenler saldırır ve birtakım revizeler yapılır. Ama saldırı hem kadın haklarına hem LGBTİ+’lara yönelmişken siyasal düzenleme yapıp geri çekilmek iktidarın işine yarar. Ancak biz mücadelen geri çekilmiyoruz, bu tartışmaları Meclis kürsüsünde daha da güçlü şekilde ifade edeceğiz. Mesela; Meral Danış Beştaş, Kadın Bakanlığı kurulması için bir kanun tasarısı teklifi verdi. Bu tasarının, Kadın Statüsü Dairesi ve LGBTİ+ Statüsü Dairesi kurulmasına yönelik iki alt başlığı var. Yani söz konusu tüzük değişikliği, Dem Parti’nin LGBTİ+’ların verdiği mücadeleyi önemsemediği anlamına gelmiyor.

“Dem Parti, nefret saldırıları karşısında sınırları muğlak olmayan bir mücadele geliştirecek”

Peki, önümüzdeki süreçte LGBTİ+ hareketine ve kadın haklarına yönelen saldırıların karşısında yer alacak toplumsal muhalefet nasıl bir yol izleyecek? Dem Parti, ne tür adımlar atacak?

Dem Parti, 14 Mayıs için bir seçim stratejisi izledi ve bu karşılık bulmadı. Parti’nin hitap ettiği kesimler, bu durumun izah edilmesini talep eden ciddi bir tepki geliştirdi. Bu noktada; özeleştiri toplantıları gibi bir süreç başladı. Bu süreçten, yerel yönetimlerde ete kemiğe bürünen yeni bir yönelim çıkacak.

Önümüzdeki dönem Dem Parti açısından ve tüm muhalefet açısından sert geçecek. Yerel yönetim seçimleri, özellikle kadınlar ve LGBTİ+’lar açısından çok önemli görünüyor. Burada Dem Parti’nin nefret politikaları karşısında sınırları muğlak olmayan bir mücadele geliştireceğini söyleyebilirim. LGBTİ+ hareketi, feminist hareket, Kürt hareketi kısmi reformlarla toplumsal değişim olmayacağının farkında olan hareketler; bu yüzden de birbirine ihtiyaç duyan mücadele zeminleri. Bu bakımdan; önümüzdeki dönem zor geçse de ortak ve birleşik mücadelenin önemli olduğunu düşünüyorum.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir